
Kalp atışı ve aldığım nefes benimleydi; servetimi taşıyordum.
Varlığını hissetmediğimiz zenginliğin anlamı da yoktur.
İnsan, zenginliğini en çok, kaybetme riski ile karşılaştığı an hisseder.
O insan yaşamının en sihirli anıdır; Zweig’in tanımıyla, yıldızının sönüp parladığı andır.
Öyle bir anı yaklaşık 13 yıl önce yaşadım…
“Akciğer kanserisiniz. Biz elimizden gelen her şeyi yapacağız, gerisini Allah bilir…” Bu teşhisi duyduğumda önce sessizleştim.
Sonra o gece, servetimin envanterini yapmaya karar verdim.
Ailem, çocuklarım, torunlarım… Hepsinin de aydınlık gelecek umudu yüksek…
Sabah uyandığımda yanımda eşim, gökyüzünün aydınlanması ve maviliğin gönlüme dolması… Bunları gören gözüm, yürüyen ayaklarım, tutan ellerim.
Ve… Bitirip yayınlamayı hedeflediği kitaplarım… Yani? Yani peşine düştüğüm bir amacım…
Tanrım ben ne kadar zenginmişim…

Bir varsıl ölünce servetini, bir köle zincirlerini kaybeder. Ben de ölünce yaşam sevincini ve yarım bıraktığım kitaplarımı kaybedecektim.
Bunu fark ettiğim an, yıldızımın parladığı andır.
Kollarımı Tanrıya açtım ve:
“Tanrım tamam. Buraya kadar anladım. Ama senden küçük bir ricam var. Bitirmem gereken dört kitap var. İzin ver de yarım kalmasın.”
O gece bu duayı yaptım.
Ertesi gün olağan bir sabaha uyandım. Güneşin ışıklarını içtim. Havanın serinliği… Kalp atışı ve aldığım nefes benimleydi. Yani kasamı yanımda taşıyordum.
İki kutu tatlı yaptırıp bana teşhis koyan kuruma gittik (eşimle beraber) ve kutlama yaptık. Çünkü artık ben, nasıl ve neden öleceğimi biliyordum.
Ama ölmedim.
NASIL SAVAŞTIM?
Peki nasıl savaştım?
İtiraf edeyim, hiç de savaşmadım. Sadece ve sadece doktorumun dediğini yaptım. O kadar… Evet! Evet! O kadar.
Kısaca hastalığımın (Akciğer kanseri) yani eski hastalığımın hikâyesinden söz edeyim.
Aile dostumuz olması münasebetiyle Radyoloji Onkolog Dr. Fatma Akdoğan ile aile dostluğumuz vardı. Arada bir ailece görüşüyorduk. Benim davranışlarımda, -öksürme, nefes darlığı, yorgunluk – gibi belirtiler görünce kontrol etmek istedi. Kaçtım.
Velhasıl, bir kere daha kaçtım. En sonunda eşi Mehmet Akdoğan’ın yüzünden yakalandım.
İlk şüpheler, Fatma Akdoğan’dan… Ardından Tıbbi Onkolog Dr. Aynur Eken hocamla tanıştım. Aynı dönemde Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Nezaket Erdoğan’ın hassasiyeti ve sonuç: Akciğer kanseri.
Çok okuyan ve çok araştıran bir insanım. Ancak hayatım boyu, tıp terimleri içeren makale ve yazılar okumadım. Çünkü bu eğitimi alanlara saygılıyım. Onların bir ömür harcayarak öğrendiklerini bir dergi makalesi okuyarak öğrendiğini zannedenlerden değilim.
Madem ki hastaydım, hasta olmanın hakkını vermeliydim. Gittim kendimi Dr. Aynur Eken’e teslim ettim.
Onun dediğinden bir milim sapmadım. Bunun kolay olduğunu zannetmeyin… Kanser hastası olunca şunu anladım… Memleketin yarısı kanser uzmanı. Kendi yamasını dikemeyen kadından tutun, kahveden çıkmayan adama kadar… Kanser hakkında herkes uzman… Herkesin çözümü var. Aman Allah’ım!
Kendimi onlardan arındırdım. Doktoruma mesaj göndermek isteyenler bile oldu. Adam, hayatında bir kez olsun bir kitabı baştan sona okumamış, bana iyilik olsun diye: “Doktoruna söyle, şöyle, şöyle olsa iyi gelir…”
Kurban olduğum cahil, iyi niyetiyle doktoruma akıl hocalığı yapıyor(!) – Kanaatimce bu her doktorun başına geliyordur –
Evet onlardan arındırdım. Mesela evimi hastane salonuna çevirmedim. “Geçmiş Olsuncular” ve “Vah… Vah… Vah’çıları evimden uzak tuttum. Evimde hastalık hiç konuşulmadı.
Üzüldüğüm tek şey, eşim, çocuklarım ve dostlarımın bana hissettirmeden yaşadıkları kaygıydı.
Onların üzülmesine neden olmuştum.

HUZURUM BOZULMADI
Aynur Hocam, titiz olarak seyri takip etti. Kaçmama, ihmal etmeme asla izin vermedi. Ve huzurla yanına gittim, huzurla döndüm. Hep böyle oldu. İlk kitabımı bitirince koşarak önce ona sonra da diğer doktorlara sundum. “Bunu ben yazdım ama siz yazdıranlara bakın” dedim. Aynur Hoca çok duygulanmıştı. Fatma Akdoğan ve nezaket Erdoğan’ın sevincimi paylaşmalarını unutamam.
Sonra, öteki kitap ve sonra başkaları…
Her anneler gününde Başta Aynur Hocam olmak üzere doktorlarıma gider: “Annem bana can verdi, siz ise hayat verdiniz” diye annelik duygularının ellerinden öperim.
Tanrıma dua ettiğim o dört kitap üç yıl içinde bitti ve yine döndüm Tanrı’ma: “Eh… Artık süre isteyecek yüzüm kalmadı… Şüphesiz ki, yine de sen bilirsin” dedim.
Evet Tanrıdan süre isteyecek yüzüm kalmamıştı ama, hayatımı tehdit eden hastalığım da kalmamıştı.
Tanrı doktorlarımın eliyle bana süre tanımıştı.
HALA AMATÖR
Arası 13 yıl geçti.
Ben hala kendi hastalığım hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bilmeme de gerek yok. Aynur Hoca hakkımda bilmesi gerekenleri biliyor. Ben bilsem ne olur ki? Benim işim bu değil…
Benim işim servetimin değerini bilmek ve çoğaltmak.
Bir ara Karsantılı Ayşe” romanımı imzalayıp verirken, kısa bir sohbetimiz oldu.
“Hocam farkında değilsiniz ama, dış dünyada saygı duyulan ve güvenilen bir doktorsunuz. Ne güzel böyle anılmak” dedim. Kendisi de:
“Teşekkür ederim ama ben hala o amatörlük ruhundan kopamadım. Bir türlü profesyonel olamadım…”
“Belki de işin sırrı bu Hocam.”
VE ACIBADEM ADANA HASTANESİ…
Geçenlerde hastane değiştirdiğini duydum. Adana Acıbadem Hastanesi…
Benim için değişen tek şey; bindiğim dolmuşun güzergahı…
Acıbadem Hastanesi kanaatimce çok doğru bir tercih yapmış veya bu tercihi Aynur Hoca yapmış… Bunu bilemiyorum. Her iki halde de bu birlikteliğin Adana ve çevre illerde birçok hastaya sağlık ve kolaylık getireceğini umuyorum.
Sonuçta atılan bu güzel adımlar ve bu tür birliktelikler, halkın yararına sonuçlar doğuruyor.
Konu Acıbadem Hastanesi ve Dr. Aynur Eken olunca topluma faydalı olması gayet olağan.

