Güçsüzlerin Yasası: Ahlak

“Ahlak Neden Bu Kadar Gürültü Yapıyor?”
“Bir toplumda ahlakın en çok kimler tarafından ve hangi zamanlarda konuşulduğunu hiç merak ettiniz mi?”
“Ahlakın en çok konuşulduğu yer, gücün en az olduğu yerdir.”
Toplumda ahlakın ne kadar çok konuşulduğunu duymaya başladıysak, bilin ki bir şeyler çözülüyordur.
Ahlak, tıpkı oksijen gibi, eksilmeden fark edilmeyen bir şeydir.
Güç ve düzen yerindeyken kimse “ahlak”tan söz etmez; çünkü o zaten görünmez biçimde işler.
Ama güç zayıfladığında, insanlar konuşmaya başlar: “Ne oldu bize?”
Ahlakın dili genellikle gücün olmadığı yerden yükselir.
Nietzsche’ye göre, “iyi” kavramı bile güçsüzlerin buluşudur —
yani eyleyemeyenlerin, eyleyenleri yargılamak için icat ettiği bir kelime.
Güçlü olanın ahlaka ihtiyacı yoktur; çünkü davranışı zaten meşrudur.
Aslanın avlanmak için özür dilememesi gibi.
***
Bu yüzden bir ülkede “ahlak” çok konuşuluyorsa,
orası genellikle gücün değil, güçsüzlüğün merkezidir.
Tıpkı bir binanın çökmeden hemen önce gürültü çıkarması gibidir atılan ahlak naraları.
***
Vicdanın Politikası: Arendt’in Uyarısı
“Ahlakın sahneye çıkması, politikanın geri çekilmesidir.”
Hannah Arendt, totalitarizmin asıl tehlikesini, insanların “düşünmeyi bırakması” olarak tanımlamıştı.
Ona göre kötülük, şeytani olduğu için değil, sıradan olduğu için tehlikeliydi.
Ve bu sıradanlık, bireyin sorumluluk duygusunu devlete, lidere ya da sisteme devrettiği anda başlıyordu.
***
Bugün ahlaktan bahsederken aslında politik bir boşluğu dolduruyoruz.
Ahlak, kamusal eylemin yerine geçtiğinde, toplumsal cesaret zayıflar.
Sürekli “vicdan”dan bahsedilen yerde genellikle eylem susmuştur.
Arendt’in diliyle: düşünce geri çekildiğinde kötülük, sıradan bir prosedüre dönüşür.
Dolayısıyla, ahlak bazen direnişin değil, edilgenliğin maskesi olur.
Çünkü düşünmekten vazgeçmiş bir toplum, ahlakı slogan olarak kullanmaya başlar.
Ve hiçbir slogan, düşüncenin yerini tutmaz.
***
Gücün Maskesi: Makuliyet Çağı
“Ahlak, artık vicdanın değil; stratejinin dilidir.”
Foucault’nun dünyasında iktidar bastırmaz, yönlendirir.
Artık bizi cezalandırmaz; motive eder, ölçer, değerlendirir.
Ve bu yeniçağda “ahlak” artık kişisel bir ilke değil, kurumsal bir prosedürdür.
Her şirketin “etik kodu” vardır; her politikacının “değer manifestosu.”
Ama bunların çoğu, vicdanın değil, itibarın ürünüdür.
***
Bugün “ahlak” sözcüğüyle birlikte en çok kullanılan kelimelere bakın:
“sürdürülebilirlik”, “uyum”, “makuliyet”.
Yani ahlak, yumuşatılmış bir stratejiye dönüşmüştür.
Artık doğru olanı yapmak değil, yanlış görünmemek esastır.
Belki de modern çağın en ustaca aldatmacası budur: etik, artık ahlakın değil, imajın alanına aittir.
Ama yine de bir teselli var — her strateji bir gün kendi makul gerekçeleriyle çürür.
O zaman geriye, sessiz ama ısrarlı bir kavram kalır: “ vicdan”.
“Güç, kendini ahlakla aklar;
Ahlak, kendini güçle var eder.
Arada kalan tek şey, insanın kendi vicdanıdır.”
***
“Peki, sizce bugün konuşulan ahlak, gerçekten bir vicdan sesi mi; yoksa güçsüzlüğün, stratejinin ya da düşünmeyi bırakmış kalabalıkların yankısı mı?”