“Siyasetin özü bozuk, sözü bozuk, düzeni bozuk…”

0

“Boşluğa yuvarlandı aniden… Altından ırmaklar akan bahçeye… Son bir gayretle, anlaşılır anlaşılmaz, “Devlet,” dedi. Belki de demedi. “Oğullarına bunu yapmamalıydı.”

Bazen romanın son bir cümlesini alır, o cümlenin taşıdığı anlam yüküyle karşınıza yakın tarih Türk siyaset yaşamının gerçek hikâyesini bulursunuz.

Milli Yol Partisi Genel Başkanı Remzi Çayır’ın 14’üncü romanı ‘Devletin Oğulları’ raflarda yerini aldı. Çayır, her gün ekranlarda yüzlerini görmekten sıkıldığınız ve belki de bıktığınız siyasetçilerden değil. O, okuyan, düşünen, yazan yaşadıklarını siyasi düşüncesinden bağımsız yalın ve gerçekçi bir dille anlatan bir siyasetçi.

Bu özellikleri nedeniyle siyasetçi kişiliğinin yanı sıra edebiyatçı kişiliğiyle de öne çıkıyor. Bir görüşmemizde, ‘Siyasetçi mi yoksa edebiyatçı kimliğinizle mi anılmak istersiniz?’ diye sormuştum. Tereddütsüz edebiyat diye cevap vermişti.

Peki öyleyse neden siyaset diye sorduğumda ise; gözlerinin buğulandığını, dalıp çok çok uzaklara gittiğini gördüm. Ve bir süre soruma; Devletin Oğulları cevabını verdi. Kitabı okuduğumda ne demek istediğini iyi anlamıştım.

Devletin oğulları Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı’yı merkezine alan bir otobiyografi anlatımı değil, yazarın da bizatihi içinde yer aldığı bir davanın, kavganın ve sisteme karşı verilen mücadelenin romanı.

Devletin Oğulları, Türkiye’yi 80 askeri darbesine götüren olayları, yabancı istihbaratların rolünü, sağcı-solcu demeden gençlerin birbirine nasıl kırdırıldığını, faşist cuntayı, sıkıyönetim mahkemelerinin hukuk dışı kararlarını, idamları, Mamak cezaevinde işkenceyle öldürülen gençleri, Asala terör örgütüne karşı verilen mücadeleyi, bu mücadeleyi veren gençlerin devlet içinde örgütlenen bir yapılanma tarafından (FETÖ) nasıl yok edildiğini, MC ve koalisyon hükümetlerinin acizliğini, Necmettin Erbakan’ın millici politikaları nedeniyle siyasetten nasıl tasfiye edildiğini, Susurluk’u, 28 Şubat’ı, Sivas katliamını, MHP’den kopup yeni bir oluşuma neden gidildiğini vb… yakın siyasi tarihimize ışık tutacak birçok konuyu yaşayan biri olarak tüm gerçekliğiyle ortaya seriyor.

Kitap anlatılanlar ayrıca geçmişte yaşananlardan ders çıkarılması gerekirken gittikçe yozlaşan siyasetin ülkeyi getirdiği noktaya işaret eden önemli analizleriyle de dikkat çekiyor.

“İnsan, suyun başında kurmuştur çadırları ilkin. Sonra şehirleri suya en yakın yerde inşa etmiştir. Su medeniyettir… Lakin su paradır, kudrettir, güçtür yerinde. Siyasette güç iktidardır. İktidara yakın olmaktır. İnsanlarımız, aslında siyasetçinin ahlakını bozuyor. Kimse bu paradoksa bakmıyor… Rüşvetin ilk basamağı, seçmen ile seçilen arasında zuhur ediyor. Hem de herkesin gözü önünde… Siyasetin özü bozuk, sözü bozuk, düzeni bozuk.”

Çayır, bu romanında savunduğu düşüncelerinin ajitesini yapmıyor, ideolojilerini dikte ettirmek gibi bir çabaya girmiyor. Yaşanmışlıkları içselleştirerek, yer yer de özeleştiri yaparak insana dokuyor. Vatan, millet aşkıyla tutuşmuş saf, temiz Anadolu çocuklarının bu duygularının nasıl sömürüldüğünü, kullanıldığını anlatıyor.

Bunun en güzel örneğini de dönemin sol tandanslı önemli bir isminin Muhsin Yazıcıoğlu ile Mamak Cezaevi’nde birlikte yattığı koğuşta yaptıkları düzeyli tartışmalarında görüyoruz.

Remzi Çayır ile aynı siyasi görüşe sahip olmak zorunda değilsiniz! Ancak kitabı elinize aldığınızda sadece önyargısız okumanızı tavsiye ederim.